Serdivan Masaj Salonu Hizmeti Ebru
Serdivan Masaj Salonu
Serdivan Masaj Salonu yerlerde sıcak hava beyaz görünüyordu. Güneş, sanki daha
yakınlardaymış, o kadar yakıcı değbilimselş gibi donuk bir gümüş
rengi almıştı fakat ısı boğucuydu.
“Onlar hep başımıza dert açtılar, değil mi?”
Domuzcuk’un kaygılı sesi, yanı başından yükselmişti:
“Onlarsız yapabiliriz. Bundan bu şekilde daha mutlu olacağız,
değil mi?”
İkizler, zafer kazanmışçasına gülerek, devasa bir kütüğü
sürükleye sürükleye geldiler. Kütüğü korların üstüne öyle bir
attılar ki, kıvılcımlar uçuştu.
“bizler, kendi aramızda da her şeyi yoluna koyarız, değil mi?”
Uzun süre, kütük kuruyup tutuşuncaya kadar, kıpkırmızı
oluncaya kadar, Ralph bir şey söylemeden kumda oturdu.
Domuzcuk’un ikizlerin yanına gittiğini, fısıldayarak bir şeyler
konuştuklarını, üç çocuğun birlikte ormana girdiklerini
görmedi.
Serdivan Masaj Salonu
“Al bakalım.”
Ralph irkilerek, kendine geldi. Domuzcuk ile ikizler
yanında duruyordu. Kucak kucak meyve getirmişlerdi.
Domuzcuk,
“Düşündüm de” dedi,
“şölen benzer biçimde bir şeyler
yapmamız gerek bir ihtimal.”
Üç çocuk oturdular. Bir yığın meyve getirmişlerdi;
meyvelerin hepsi de yeterince olgundu. Ralph yemeye
başlayınca, gülümsediler.
Ralph,
“Sağ olun” dedi.
Sonra, hem sevindiğini bununla birlikte şaşırdığını belirterek “Sağ
olun” dedi yine.
Domuzcuk,
“Kendi başımıza pekâlâ oluruz” dedi. “Onların
sağduyusu yok, başımıza bela oldular bu adada. Minik fakat
çok korlu bir ateş yakarız.”
niçin kaygılandığı Ralph’ın aklına geliverdi ansızın:
“Simon nerede?”
“Bilmiyorum.”
“Dağa mı tırmandı dersin?”
Domuzcuk, gürültülü bir kahkaha atıp gene meyve aldı:
“Bakarsın tırmanır.”
Ağzındakileri yuttu:
“Kafadan çatlaktır o.”
Simon, meyve ağaçlarının bulunmuş olduğu yerden geçti.
Kumsaldaki ateş, küçükleri bugün öyle oyalamıştı ki,
Simon’un ardından buraya gelmemişlerdi. Sürüngen bitkilerin
içinde yürüdü. Açıklığın yanında, bitkilerden örülen büyük
özgüıra varınca, yerde sürüne sürüne içine girdi. Yaprak
örtüsünün ötesinde, güneş ışınları taş benzer biçimde yere yağıyordu.
Açıklık yerde kelebekler, sonu gelmeyen danslarını
sürdürüyorlardı. Güneşin oku, diz çöken Simon’un üstüne
düştü. Buraya bundan önceki gelişinde, hava sıcaktan titriyor
gibiydi; ama şimdi güneş, gözdağı verircesine yakıyordu.
Çocuğun kalın telli uzun saçlarının arasından ter boşanmaya
başladı. Simon tedirgin oldu, kıpırdadı; fakat güneşten
kaçmanın yolu yoktu. Çok geçmeden susadı; sonra daha da
çok susadı.
Orada oturdu gene de.
Son yorumlar